Bu Blogda Ara

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yitip Giden Güzellikler...



Mektup


Bir zamanlar, ‘özel’inden ‘açık’ına günlük yaşamımızda önemli yeri olan bir iletişim yolumuz vardı: mektup... Artık unutulmaya yüz tuttu. “Unutuldu” demek belki daha doğru.

Öte yandan, bir yazın türü de olan ‘mektup’, -kimi yazanlarının amacı, ortaya yazınsal bir yapıt koymak olmasa da- pek çok yazarın kalem yürüttüğü bir alan olmuştur. Mektup, umalım, hiç olmazsa yazınsal alanda yaşar...

*
“Selam verdim, rüşvet değildir deyu (diye) almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır deyu iltifat etmediler. Eğerçi (her ne kadar) görünürde itaat eder gibi davrandılar amma (ama) bütün sorduklarıma hâl diliyle (davranışlarıyla) karşılık verdiler.”

‘Mektup’tan söz edilecekse, giriş sözleri bence bu üç tümceden başkası olamaz. Ölümlü dünyadan XVI. Yüzyıl’ın ortalarında ayrılan Fuzuli, derdini yüce bir makama bu sözlerle başlayan yakınma mektubuyla aktarmış. Şair’in geleceğe de gönderme yaparcasına kaleme aldığı ‘Şikâyetname’si, bugünlere ‘mektup’ türünde bir düzyazı örneği olarak da gelmiş... Hiç ama hiç eskimeden...

Fuzuli anlatıyor:

“Dedim: Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?

Dediler: Bizim âdetimiz böyledir.

Dedim: Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.

Dediler: Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.

Dedim: Beratımın gereği niçin yerine gelmez?

Dediler: Zevaittir, husulü mümkün olmaz (Gereksiz şeylerdendir; gerçekleşmesi olanaksızdır).

Dedim: Böyle evkaf zevaidsiz olur mu? (Böylesi bağışlanmış bir şey hiç gereksiz olur mu?)

Dediler: Asitane’nin (Devlet merkezinin [Başkent’in/İstanbul’un]) masraflarından artarsa bizden kalır mı?

Dedim: Vakıf malın (malını) dilediği gibi kullanmak vebaldir (günahtır).

Dediler: Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.

Dedim: Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur (İş hesap sormaya varırsa, tuttuğunuz bu yolun kötülüğü ortaya çıkacaktır).

Dediler: Bu hesap, kıyamette sorulur.

Dedim: Dünyada dahi (da) hesap olur, haberin işitmişiz.

Dediler: Ondan dahi korkumuz yoktur, kâtipleri razı etmişiz.”


Fuzuli, Kanuni Sultan Süleyman’ın, günlüğü dokuz akçe olarak bağladığı aylığının verilmemesi üzerine Nişancı* Celâlzade Mustafa Çelebi'ye yazdığı mektubunu şu satılarla noktalamış:

“Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz, mücadeleyi terk ettim ve mey'us ü mahrum gûşe-i uzletime çekildim (Bana sorularımı yanıtlamaktan başka hiçbir şey vermeyeceklerini ve bu belgenin gereğini yerine getirmeyeceklerini anladım; umarsız kalıp çabalamayı bıraktım ve üzgün ve yoksun bir durumda ıssız köşeme çekildim).”

*
Fuzuli’nin onurlandırdığı yazımı, söze başlarken dile getirdiğim tümcemi yineleyerek noktalamak istiyorum: evet, bir yazın türü de olan ‘mektup’, umalım, hiç olmazsa yazınsal alanda yaşar...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 22 Şubat 2009



________________

* Osmanlı devlet örgütünde, görevi, padişahın imzası demek olan ‘tuğra’yı çekmek olan üstgörevli. Nişancı, Osmanlı’da bugünkü bakanlar kuruluna karşı gelen divan-ı hümayunun önemli bir üyesiydi.

Not: Mektuba özlem duyan okurlarıma, daha önce denk gelmemişlerse, Selim İleri’nin 3 Haziran 2007 tarihli Zaman gazetesinde yayımlanan ‘Yitik Masumiyetin Ardında’ başlıklı yazısını salık veriyorum. Bağlantısı şu:
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=547287 . İK


© 2009 İK

Hiç yorum yok: