Bu Blogda Ara

28 Eylül 2014 Pazar

3 Numaranın 210’u Tacizi mi?

Aynen…


Evrende aklı olan varlıkların sayısı nedir? Bunlar nerelerdedir? Evcilinden türlü biçimde yararlandıklarımıza, korktuklarımıza, şu ya da bu biçimde bize zarar verenlerine ve şimdi aklıma gelmeyen daha başka hayvanlara, dahası bitkilere kadar dünyamızdaki hangi canlılarda akıl vardır ve ne kadar? Ve biz insanlar akıllı geçiniyoruz değil mi?

Peki, insan aklının almayacağı şeyleri kimler akıl eder? İşte o şeylerden üç basamaktan oluşan biri:

1. 11 Mayıs 2011 günü İstanbul’da bir sözleşme metni imzaya açıldı: Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi.¹ Ne güzel… Böyle bir şeyin ülkemizde yapılmış olmasından kim gurur duymaz… Ve bu sözleşmeye imza koyan ilk ülke olma onuru da bize ait; Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) de 2011 Kasımında Sözleşme’yi onayladı.

Kısaca İstanbul Sözleşmesi diye adlandırılan ve Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi’nde 210 numarada yer alan Sözleşme, ülkemiz açısından geçen ağustos ayı başında yürürlüğe girmiş bulunuyor.




İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi Sözleşmeler Dizisi’nde 210 numaralı belge.

2. Adalet ve Kalkınma Partisi’nden beş grup başkanvekili, 20 Şubat 2012 günü TBMM’ye, Zorunlu eğitimin 8 yıldan 12 yıla çıkarılmasını ve eğitim sisteminin 4+4+4 biçiminde kademelendirilmesini öngören “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” başlıklı bir kanun teklifi sundu. Teklif, türlü ortamlarda tartşmalara yol açadursun ilgili komisyondan yıldırım hızıyla geçecek, 11 Mart 2012’de de Meclis’in onayına mazhar olacaktı. Kısaca “4+4+4” diyoruz ona…

3. Bakanlar Kurulu, geçen günlerde Ortaöğretim Yönetmeliği’nin öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine ilişkin maddesinde değişiklik yaparak 4’üncü maddedeki ‘baş açık’ tanımlamasını çıkardı, bununla ilintisi olan cümleyi kaldırdı.

Ve haddim olmayarak bu üçüncü basamakta yer alan tasarrufa ilişkin önemli bir eksikliği belirtmek isterim: Yönetmeliği ‘başı açık’lıktan kurtaran bu ‘düzen’leme okullar açılmazdan çok çok önce yapılmalıydı, diyorum. Niye? Birkaç ‘gariban’a 10-17 yaş grubu kız çocukları için başörtüsü ticaretinin kapısı açılmış olurdu da ondan. Yanlış mıyım?

*
Kadına yönelik şiddet, ister aileiçi olsun ister dışı, ille de bıçakla, satırla, sopayla, tekmeyle-tokatla, pompalı-pompasız ateşli silahlarla ya da sözle, aşağılamayla, türlü yollarla tacizle, cinsel yolla falanlarla olmaz. Ya ne yollarla da olur? Biz insanlar akıllı geçiniyor değil miydik? Düşün düşün, aklına geleni beğen…

Ve akıl vermiş olmayayım, benim aklıma, yasalarla, tüzüklerle, yönetmeliklerle, yönergelerle oynamaklar, ince ayarlı telkinlerde bulunmaklar filan gibi cinlikler geliyor da… İnsan aklının almayacağı şeyler yani; aynen…

Öte yandan da, yukarıdaki 3 numaranın, Avrupa Konseyi Sözleşmelerinden 210 numarayı fena hâlde taciz ettiği fikrindeyim. Aynen. Bakalım, bu duruma GREVIO² ne diyecek? Ama önce içerden birilerinin bir şeyler demeleri gerekir, o da başka… Yani.


İnal Karagözoğlu
26 Eylül 2014


________________

² GREVIO: Kadınlara yönelik şiddetle ve aileiçi şiddetle mücadele konusundaki sözleşmenin taraflarca uygulanmasını izleyecek olan uzmanlardan oluşan heyet (the Group of Experts on Action against Violence against Women and Domestic Violence).



Anahtar sözcükler: 4+4+4, akıl, akıllı, Avrupa Konseyi, baş açık, ‘düzen’, GREVIO, kadın, kız çocukları, sözleşme, şiddet, taciz, yönetmelik

Not: İlgilik Com'dan (www.ilgilik.com) alınan bu yazı, ilk kez, belirtilen alanda 26 Eyl. 2014 günü 15:41'de yayımlanmştır.

31 Ağustos 2014 Pazar

Gına Geldi!

‘Seçilmiş’ Sözüne Sığdırılmak İstendiyse de…


Artık gına geldi, vallahi.. kelimenin tam anlamıyla gına geldi.

10 Ağustos günü bir seçim yaptık, üç Cumhurbaşkanı adayından birisi seçildi. Bunu nereden biliyoruz?

- Aynı gün yapılan bir ‘balkon konuşması’ndan biliyoruz, bu bir;

- İkincisi, e, millet de ne kör ne sağır ne de aptal birader, televizyonlarda saniye saniye izledi sandık sonuçlarını; bu da iki;

- Devletin, Hükümet’in denetim ve güdümünde olan TRT, sandıkların açılmasının ardından aynı günün gecesi Yüksek Seçim Kurulu (YSK) adına Kurul Başkanı Sadi Güven’in ağzından yapılan açıklamaya dayanan canlı ve görüntülü haberinde ne dedi?

Özetle şunları: “Geçici ilk sonuçlara göre geçerli oyların salt çoğunluğunu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı anlaşılmıştır. YSK geçici resmi sonuçları yarın açıklayacaktır. YSK 2. tur için oy pusulası bastırılmamasına ve yurt dışında seçim hazırlığı yapılmamasına karar vermiştir. ”¹

Bu haber TRT’den canlı ve görüntülü olarak saat kaçta verildi? 23:00 sularında… Oldu üç.

- Bunlardan sonrası: YSK resmi sonuçları duyurdu; bunu Cumhurbaşkanlığı’na, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına bildirdi ve bu sonucun Resmi Gazete’de yayımlanması için de ilgili yere gerekli yazıyı gönderdi.

- TBMM Başkanlığı, konuya ilişkin işemlerin yerine getirilmesi için milletvekillerine 22 Ağustos 2014 tarihinde şu olağanüstü toplantı çağrısını yaptı: 

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından Bildirilmiştir

Türkiye Büyük Millet Meclisini; Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci Cumhurbaşkanı adına düzenlenen tutanağın verilmesi ve Cumhurbaşkanının andiçme töreni için Anayasa’nın 93’üncü ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 7’nci maddeleri gereğince 28 Ağustos 2014 Perşembe günü saat 14.00’te olağanüstü toplantıya çağırıyorum.

Sayın milletvekillerinin belirtilen gün ve saatte Genel Kurul toplantısına katılmalarını rica ederim.

Cemil Çiçek
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı”

Her şey tamam, daha ne olsun?

Yani?

Yanisi, Anayasamızın 101’inci maddesinin² son fıkrası yeni Cumhurbaşkanınca bir süre bal gibi ihlal edilmiştir.  

Hangi aralıkta ve ne yolla?

Bana sorulacak olursa, 10 Ağustos günü yaptığı balkon konuşmasında kendisinin Cumhurbaşkanı seçilmiş olduğunu beyan ettiği³ an ile Meclis’te ant içmesi arasında ‘Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’ ve ‘Başbakan’ sıfatlarını ayrı ayrı ya da birlikte kullanarak yapmış olduğu her türlü iş ve işlemler yoluyla… Evet, bütün bunlar, ‘seçilmiş Cumhurbaşkanı’ sözüne sığdırılmak istendiyse de Anayasamızın 101’inci maddesinin² son fıkrası yeni Cumhurbaşkanınca bir süre bal gibi ihlal edilmiştir.

Ama bir de su görüş var: bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cumhurbaşkanlığına seçilen kişinin, o seçimin sonucu Resmi Gazete’de ilan edilmezden ya da Cumhurbaşkanı olarak Anayasada belirtilmiş olan yemini etmezden önce ‘bir parti mensubu’ ve mesela ‘Başbakan’ sıfatlarını ayrı ayrı ya da birlikte kullanarak yapmış olduğu iş ve işlemler yasaya uygundur.

*
Dedim ya, artık gına geldi, vallahi. Artık göreve de başlamış olan yeni Cumhurbaşkanı için, yok şu noktadan itibaren Cumhurbaşkanı sayılırdı yok sayılmazdı tartışmaları kahvehane muhabbetlerini de geride bıraktı. Kelimenin tam anlamıyla gına geldi bu konudan. Bu sabah, pazar pazar yine bir TV’de karşıma çıkınca bu yazıyı yazmak şart oldu.

Yetti gari…

 
İnal Karagözoğlu
31 Ağustos 2014



______________________

² MADDE 101- (Değişik: 21/10/2007-5678/4 md.)

Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.

Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasî partiler ortak aday gösterebilir.

Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.


³ “Şahsımı Türkiye Cumhuriyeti’nin 12’nci cumhurbaşkanı olarak tayin eden aziz milletime buradan şükranlarımı sunuyorum. Sandık başına giden her bir kardeşime teşekkür ediyorum. bize oy versin ya da vermesin oyunu kullanan bu tarihi günde tarihin yapılmasına ve yazılmasına katkıda bulunan her bir vatandaşıma teşekkür ediyorum.” ( http://www.sabah.com.tr )

29 Ağustos 2014 Cuma

Büyük Zafer’in Yıldönümünü Hak Etmek -2014

Ve ‘Destan’ı Yazmaya Devam!...


Geçen yıl tam da bugünlerde, benim İlgilik’te* Nâzım’dan şu dizeleri koymuştum bir yazımın başına:

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
          Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.”

Bunlar, büyük ustanın “26 Ağustos Gecesinde Saatlar İki Otuzdan Beş Otuza Kadar ve İzmir Rıhtımından Akdeniz’e Bakan Nefer” başlıklı görkemli şiirinden… Kuvayımilliye Destanı, Sekizinci Bap’taki  Kurtuluş’un destanından.

‘Destan’ı Yazmaya Devam!... – Büyük Zafer’in Yıldönümünü Hak Etmek başlıklı yazımın ilk bölümü şuydu:

“Zihnimde önce bir izlenim biçimindeydi; önyargılardan olabildiğince uzak dursam da bir önyargıdan mı kaynaklanıyordu bu? Neden olmasındı? Bu duruma yol açan pek çok şeye tanık olmamış mıydım? Sonra sonra kanıya, sonunda da yargıya dönüştü zihnimdeki o izlenim: evet, birilerinin Cumhuriyet’le alıp veremedikleri vardı. Ama nedendi bu hâl?

Niyesini artık anlamış olduğum bu hâlin toplumun neredeyse hemen her alanına yansıyan karanlığı günden güne ağırlaşmakta.

Bir bayram arifesindeyiz ve o karanlıktan bayramlarımızın payına düşenler geçiyor zihnimden bir bir…”

“30 Ağustos Zafer Bayramı benim bayramım” diyebilmenin zorlaştığı günlerdeyiz; benim duygum böyle…

Neden?

Açıp okudum geçen yılki o yazımı ve bir yılda daha neler neler görüp yaşadıklarımı düşündüm. Evet, evet, bin kere evet, birilerinin Cumhuriyet’le alıp veremedikleri var.


______________________
* http://www.ilgilik.com/2013/08/28/destani-yazmaya-devam.html/