Bu Blogda Ara

30 Ocak 2009 Cuma

Her Şey Bir Oyun mu?



Davos, CEO, Gazze, Barış ve Saire...


CEO sözü, bizde ahir zaman özenmelerinden biri... Ekonomi hayatımızdaki dışevlilikler CEOlar da kazandırmaya başlamıştı ya bize, yerlileri de mutlaka olmalıydı.

Hiç unutamam, ben Sigorta Dünyası dergisinde çalışırken bir sigorta şirketinin genel müdür sekreteri, gerçek anlamıyla ‘akşamdan sabaha’ genel müdür asistanı oluvermişti... Sanıyorum, “ben sizi ararım, arayacağım” sözü yerine “size döneceğim” demeye de o sıralarda başlanmıştı. Ben Sigorta Dünyası’ndan ayrıldığım 2002 yılında sigorta sektöründe ceo meo yoktu; geçenlerde elime bu derginin son sayısı geçti, baktım, maşallah, sigortacılığımız da CEOların elinde yükselmeye başlamış...

CEOnun ne demeye geldiğini uzun uzun anlatacak değilim; bildiğim en üst yönetici işte... Yönetim kurulu başkanının altında ama.

*

CEO, her lafın başında sözü edilir olan son parasal bunalım dolayısıyla bu kez bütün dünyanın gündeminde... Örneğin, dünkü bir haber, “Bugün başlayacak Davos zirvesinde ‘Kriz Sonrası Dünyasının Biçimlendirilmesi’ni tartışacak olan dünyanın dev şirketlerini yöneten CEO’lar, son bir-iki gün içinde tam 85 bin kişinin işine son veren kararlara imza attı” diye başlıyordu.

Şu işe bakın, bu CEOlar, hem bu bunalımın başsorumlusu olarak gösteriliyorlar hem de o bunalımın damgasını vuracağı belirtilen bu yılki Dünya Ekonomik Forumu’nda boy boy arz-ı endam edebiliyorlar...

Bu CEO milleti, hele de Wall Street’tekiler, bulundukları kuruluşlarda pay sahibi olmadıklarından, -siz bizdeki CEO özentilerine bakmayın- hiçbir zaman hiçbir biçimde ellerini taşın altına koymadılar. Bunalımdan sorumlu tutulmalarının çıkış noktası bu. Ve bizim bunalıma girmeyeceğimiz yolundaki kimi yargılar da, bizde CEO saltanatının tam oturmamış olmasına dayanıyordu olsa gerek. Ama bir şey unutuldu gibi: artık bizim ekonomi alanındaki baba kuruluşlarımız da dışarıdakilerle evliliğe gidiyor... Sarsıntının kibarca, yavaş yavaş gelmesi ondandır.

*

Davos’taki forumdan çıkacağa benzeyen ilk sonuç, küresel kapitalizme gönül verenlerin, yeni bir sosyal devlet modeline yelken açmayı düşünmeye başlamış olmaları. Esintiler bunu gösteriyor.

Bu arada, hayli zamandır özelleştirme rüzgârıyla yol alan ekonomimiz, yine IMF kapısında medet aramakta... Bilmem Davos’ta kendini duyumsatmaya başlayan yel bizim illere de ulaşır mı? Yoksa, borcu borçla ödeme yolunu aşındırmaya devam mı?...

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün, Dünya Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen ‘Gazze’ konulu panelde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i ağır sözlerle eleştirdi. Erdoğan, Peres’e, “Benden yaşlısın... sesin çok yüksek çıkıyor. Bu suçluluk psikolojisi... Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” dedi. Konuşmasına oturumun yöneticisinin karışmak istemesine çok kızan Erdoğan, “Bundan sonra benim için Davos bitmiştir. Beni konuşturmuyorsunuz” diyerek paneli terk etti. Yazımı ayrıntılarla şişirmeme gerek yok; her şey dünyanın gözü önünde oldu, herkes her şeyi biliyor. Ben, yalnızca şu yargımı dile getireyim, sakatlık panelin adında başlamıştı: Gaza: The Case for Middle East Peace *.

Bu yıl 39 yaşına basan Davos buluşmasının üçüncü gününü sıradışı kılan olay özetle bu.

*

Olayın hemen ardından da basın toplantıları, telefonlar... Açıklamalar, çevriler... Yorumlar, değerlendirmeler... Ve bu olay pek çok yönden didiklenerek pek çok amaca yönelik daha neler neler denecek... Övmeye de yermeye de açık bir durum.


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 29, 30 Ocak 2009


_____________

* http://www.weforum.org/en/events/AnnualMeeting2009/Programme/index.htm?date=29.01.2009

© 2009 İK

29 Ocak 2009 Perşembe

Bir Kavramı Adlandırmak


Kavram Kavram İçinde...


Yeni bir sözcük ortaya koyma gereksemesi, çoğu zaman, el dilinden sözcüklere karşılık bulma ya da yeni bir sözcük oluşturma isteğinden kaynaklanır, değil mi? Bunların çoğu da, somut varlıklara ilişkin adlar ile ad soylu başkaca sözcükler olur. Ender de olsa, bir nesnenin, bir duygunun ya da düşüncenin zihnimizdeki soyut ve genel tasarımını karşılamaya yönelik arayışlara da girişiriz; işte bu, bir kavramı adlandırma ya da tasarladığımız yepyeni bir kavrama ad bulma işidir. Ve bir dili yetkin kılan niteliklerinden belki en başta geleni, o dilin kavramca da zenginliği olsa gerek. Kavramca yoksul bir dil, boş tenekeden başka nedir?

Peki, kavramları adlandırma çalışmalarında bilinmesi gereken temel kavramlar neler? ‘Kavram kavram içinde’ bir durum...

Bu konuya ilgi duyacaklar için kısa bir önçalışma yaptım: yirmi dolayında kavramsal sözcüğün anlamlarını çıkardım. Bunları inceledikten sonra konuya ilgisi artanlar, YENİ KAVRAMLARI NASIL ADLANDIRMALI ya da Ne ‘euro’ ne ‘avro’, Türkçesi ‘avru’ olmalı başlıklı yazıyı bir okuyuversinler, derim. Doç.Dr. Sündüz Öztürk Kasar yazmış*.

Kasar’ın makalesinde geçen sözcükler şunlar:

anlambilim Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik; sözcük, söz öbeği ve tümceyi anlam yönünden ele alarak inceleyen dilbilim dalı.
anlatıbilim Özellikle yazınsal türlerdeki anlatısal yapıları inceleyen bilim dalı.
anlatımbilim Biçem yöntemlerini, türlerini inceleyen yazınsal araştırma; konusu bu araştırma olan dilbilim dalı.
betik (metin) Yazılı olan şey, Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan sözcüklerin bütünü, Basılı ya da el yazması parça.
biçimbilim Dilbilgisinin, sözcüklerin yapısını, türeme yollarını ve çekim biçimlerini inceleyen kolu, yapıbilim.
bildirişim İletişim.
bileştirme İki ya da daha çok sözcüğün birleştirilerek kullanılması yöntemi; bileşik sözcük oluşturma.
bürünbilim Bildirişimde seslerin çıkarılmasına eşlik eden vurgu, titrem, titremleme gibi olguları ele alan bilim dalı.
dilbilim Dillerin evrimini, gelişmesini, dünyada yayılmasını ve aralarındaki ilişkileri ses, biçim, anlam ve sözdizimi bakımından genel ya da karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.
en az çaba yasası Duyguları, düşünceleri olabildiğince az sözcükle anlatma kuralı.
göstergebilim İletişim amacıyla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapısını, işleyişini inceleyen bilim kolu; imbilim.
kırpma Kırpmak eylemi (bir sözcüğü kırparak onun yerine kullanılan yeni bir sözcük oluşturma).
kısaltma Kısaltmak eylemi (bir özel adı oluşturan söz kümesinin öğelerinin ilk harfleri yan yana dizme).
sesbilim Sözlü dilde, anlam ayrımı oluşturan yakın ses birimlerini, dil yapısı bakımından inceleyen dilbilim kolu.
sesbirimbilim Dildeki başka seslerle kurduğu ilişki yönünden belirlenen ayırıcı özelliği bulunan ses öğesini inceleyen dilbilim kolu.
sözdizim(i) Bir tümceyi oluşturan sözcük türlerinin arasındaki ilişkileri, tümce yapısını inceleyen dilbilgisi kolu.
sözlükbilim Sözlük yazma ve hazırlama işi.
titrem Ses titreşimlerinin yükselip alçalması;ton.
titemleme Konuşmada, düşünce ya da duyuştan gelen yumuşaklık ya da sertlik özelliklerini belirtmek için titremleri düzenleme; tonlama.
tümcebilim Sözdizim.
türetme Ad ya da eylem kök ya da gövdesine yapım eki getirilerek sözcük kurma.
yorumbilim Metin yorumlamasını konu olarak alan öğreti; göstergeleri, bir kültürün simgesel öğeleri olarak yorumlama kuramı.

*

Pek doğal, çıkardığım sözcükler eksik olabilir, anlamlarını tam ya da doğru verememişimdir. Her şey için kolay gelsin!...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 24 Ocak 2009


______________
* www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=37907&PN=3

© 2009 İK

( http://www.ilgilik.net/ 'ten )

Bir Kavramı Adlandırmak



Kavram Kavram İçinde...


Yeni bir sözcük ortaya koyma gereksemesi, çoğu zaman, el dilinden sözcüklere karşılık bulma ya da yeni bir sözcük oluşturma isteğinden kaynaklanır, değil mi? Bunların çoğu da, somut varlıklara ilişkin adlar ile ad soylu başkaca sözcükler olur. Ender de olsa, bir nesnenin, bir duygunun ya da düşüncenin zihnimizdeki soyut ve genel tasarımını karşılamaya yönelik arayışlara da girişiriz; işte bu, bir kavramı adlandırma ya da tasarladığımız yepyeni bir kavrama ad bulma işidir. Ve bir dili yetkin kılan niteliklerinden belki en başta geleni, o dilin kavramca da zenginliği olsa gerek. Kavramca yoksul bir dil, boş tenekeden başka nedir?

Peki, kavramları adlandırma çalışmalarında bilinmesi gereken temel kavramlar neler? ‘Kavram kavram içinde’ bir durum...

Bu konuya ilgi duyacaklar için kısa bir önçalışma yaptım: yirmi dolayında kavramsal sözcüğün anlamlarını çıkardım. Bunları inceledikten sonra konuya ilgisi artanlar, YENİ KAVRAMLARI NASIL ADLANDIRMALI ya da Ne ‘euro’ ne ‘avro’, Türkçesi ‘avru’ olmalı başlıklı yazıyı bir okuyuversinler, derim. Doç.Dr. Sündüz Öztürk Kasar yazmış*.

Kasar’ın makalesinde geçen sözcükler şunlar:

anlambilim Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik; sözcük, söz öbeği ve tümceyi anlam yönünden ele alarak inceleyen dilbilim dalı.
anlatıbilim Özellikle yazınsal türlerdeki anlatısal yapıları inceleyen bilim dalı.
anlatımbilim Biçem yöntemlerini, türlerini inceleyen yazınsal araştırma; konusu bu araştırma olan dilbilim dalı.
betik (metin) Yazılı olan şey, Bir yazıyı biçim, anlatım ve noktalama özellikleriyle oluşturan sözcüklerin bütünü, Basılı ya da el yazması parça.
biçimbilim Dilbilgisinin, sözcüklerin yapısını, türeme yollarını ve çekim biçimlerini inceleyen kolu, yapıbilim.
bildirişim İletişim.
bileştirme İki ya da daha çok sözcüğün birleştirilerek kullanılması yöntemi; bileşik sözcük oluşturma.
bürünbilim Bildirişimde seslerin çıkarılmasına eşlik eden vurgu, titrem, titremleme gibi olguları ele alan bilim dalı.
dilbilim Dillerin evrimini, gelişmesini, dünyada yayılmasını ve aralarındaki ilişkileri ses, biçim, anlam ve sözdizimi bakımından genel ya da karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.
en az çaba yasası Duyguları, düşünceleri olabildiğince az sözcükle anlatma kuralı.
göstergebilim İletişim amacıyla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapısını, işleyişini inceleyen bilim kolu; imbilim.
kırpma Kırpmak eylemi (bir sözcüğü kırparak onun yerine kullanılan yeni bir sözcük oluşturma).
kısaltma Kısaltmak eylemi (bir özel adı oluşturan söz kümesinin öğelerinin ilk harfleri yan yana dizme).
sesbilim Sözlü dilde, anlam ayrımı oluşturan yakın ses birimlerini, dil yapısı bakımından inceleyen dilbilim kolu.
sesbirimbilim Dildeki başka seslerle kurduğu ilişki yönünden belirlenen ayırıcı özelliği bulunan ses öğesini inceleyen dilbilim kolu.
sözdizim(i) Bir tümceyi oluşturan sözcük türlerinin arasındaki ilişkileri, tümce yapısını inceleyen dilbilgisi kolu.
sözlükbilim Sözlük yazma ve hazırlama işi.
titrem Ses titreşimlerinin yükselip alçalması;ton.
titemleme Konuşmada, düşünce ya da duyuştan gelen yumuşaklık ya da sertlik özelliklerini belirtmek için titremleri düzenleme; tonlama.
tümcebilim Sözdizim.
türetme Ad ya da eylem kök ya da gövdesine yapım eki getirilerek sözcük kurma.
yorumbilim Metin yorumlamasını konu olarak alan öğreti; göstergeleri, bir kültürün simgesel öğeleri olarak yorumlama kuramı.

*

Pek doğal, çıkardığım sözcükler eksik olabilir, anlamlarını tam ya da doğru verememişimdir. Her şey için kolay gelsin!...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 24 Ocak 2009


______________


* www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=37907&PN=3

© 2009 İK

( www.ilgilik.net 'ten )

25 Ocak 2009 Pazar

Çıtır Çıtır...





Fuzuli Bilgiler





Bagel denen unlu yiyecek, -beygıl diye okuyacakmışık- başta Amerika’da, Kanada’da, Birleşik Krallık’ta, onlar başta olunca da pek çok ülkede gözde olan bir tür ekmeksiymiş. Bizim açmaya benzer bir şeymiş...

Neden bu yiyecekten söz ediyorsun, diyeceksiniz. Şundan: bu akşam Uğur Dündar’ın yokluğunu hissettirmeyen tek dişe dokunur haber bu yiyecek üzerineydi... Star Haber içinde verilen “Bagel’la Star Haber” olabildiğince doyurucuydu. Veledin teki, “Beygıldan sonra artık simit yemem” gibi bir şeyler söyledi sokaktaki haberciye... Neyse, bu haberin sonunda, haberleri sunan hanım, “yine de simidin yerini tutmaz” yollu bir yorum yaptı da bizim simidin namusu kurtuldu...





Bakalım bizim simit elin beygılına karşı durabilecek mi?

‘Simit’ sözcüğünün Arapçadan gelme olduğuna ilişkin kayıt var da, bu güzel yiyeceğin bizim buluşumuz olmadığına ilişkin hiçbir bilgi yok. Simidin yiyecek-içecek tarihimizdeki izi, yazılı kaynaklarda taa XVII. yüzyıla dek uzanıyor. Evliya Çelebi, İstanbul’da yetmiş simitçi fırını olduğunu saptamış...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 18 Ocak 2009





23 Ocak 2009 Cuma

Barack Obama’nın Gelişi



Ve Beynime Üşüşen Gerçeklerim


‘Barack Obama’ adı, dünya kamuoyunu çok zaman önce meşgul etmeye başlamıştı... Bu ada duyulan ilgi, geçen yılın dört kasımında önüne ‘seçilmiş başkan’ sıfatının eklenmesiyle günden güne yoğunlaştı, iki gün önce de doruk noktasına ulaştı: adın sahibi, Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı oluyordu artık; günün tarihi, 20 Ocak 2009’du.

Devletin başı konumuna gelenler, görevin adı ne olursa olsun, o göreve, hemen her ülkede ant içerek başlarlar. Barack Obama da ant içti; hatta, törende yaşanan küçük iki aksaklık nedeniyle ertesi gün andını yineledi.

Antların, bütün toplumlarda önemli yeri var. Bu yineleme de, başkanlık andının Amerikalılar’ın yaşamında ne denli önemli olduğunun bir göstergesi. Bunu, kırk dört kez yinelenmiş olan andın içerdiği sözlerden anlamak zor değil:

“Birleşik Devletler başkanlığı görevini sadakatle icra edeceğime ve elimden geldiğince iyi şekilde Birleşik Devletler Anayasası’nı koruyacağıma, kollayacağıma ve savunacağıma yemin ederim.”

Bizim cumhurbaşkanlığı andını kaç kere değiştirdik bilenimiz var mı? Bu antta neler deniyor, bunu özetle söyleyebileceklerimizin oranı?

İşte tam zamanıdır, bir bakmakta, anımsamakta yarar var. En eskisinden başlayayım:

1924 Anayasası’ndan önce:

“Reisicumhur sıfatı ile Cumhuriyet’in kanunlarına ve hakimiyet-i milliye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk Milleti’nin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarf-ı mesai, Türk Devleti’ne teveccüh edecek her tehlikeyi kemal-i şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilaya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasr-ı nefs etmekten ayrılmayacağıma Vallahi”. (hakimiyet-i milliye: ulusal egemenlik; esas: temel; riayet: uyma; müdafaa: savunma; sadıkane: içtenlikle bağlı olarak; sarf-ı mesai etmek: çalışmak; teveccüh etmek: yönelmek; kemal-i şiddetle: bütün güçle; vikaye: koruma; ila: yüceltme; deruhde etmek: üstlenmek; hasr-ı nefs etmek: öz varlığını vermek)

1924 Anayasası’nda:

“Namusum üzerine söz veririm ki:Cumhurbaşkanı olarak, Cumhuriyet kanunlarını, milletin egemenlik esaslarını sayacağım;Ve bunları müdafaa edeceğim;Türk Milleti’nin mutluluğuna bütün bağlılığımla, bütün kuvvetimle çalışacağım;Türk Devleti’ne yönelecek her tehlikeyi en son şiddetle önleyeceğim;Türkiye’nin şanını, şerefini koruyup yükseltmek, üstüme aldığım görevin isterlerini yerine getirmek için olanca varlığımla çalışmaktan asla ayrılmıyacağım.”

1961 Anayasası’nda:

“Cumhurbaşkanı sıfatiyle, Türk Devletinin bağımsızlığına, Vatanın ve Milletin bütünlüğüne yönelecek her tehlikeye karşı koyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğini ve Anayasayı sayacağıma ve savunacağıma; insan haklarına dayanan demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden ve tarafsızlıktan ayrılmıyacağıma; Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini koruyup yüceltmek ve üzerime aldığım görevi yerine getirmek için bütün gücümle ve varlığımla çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.”

Ve 1981 Anayasası’nda:

“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasa’ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Şimdi de beklemeye duralım, yeni bir anayasa yapılınca bu ant da değişecek mi, diye...

*

Obama, başkanlık andını içmesinin ardından yaklaşık yirmi dakikalık bir konuşma yaptı. Dünyaca beklenen bir konuşmaydı bu. Ne de çok beklenti vardı!... Benim beklentim mi? Hiçbir şeydi... Ama yine de, yaşadığımız şu adı konmamış savaş döneminde koca bir devletinin başına geçmiş olan birisinin sözleri olduğundan, bu konuşmadan işime gelen birkaç alıntı yapmak istiyorum:

“... Amerika Birleşik Devletleri, ... atalarımızın ideallerine ve fikirlerine, aynı zamanda bizim kurucu metinlere olan inancımızdan güç alarak, ilerlemeye devam ediyor. Bu her zaman böyle oldu; aynı idealler peşinde yürümeye kararlı olmalıyız. ... Topraklarımıza olan inancımız güçlenerek devam etmeli. ... Toprağımızı ekmeli, fabrikalarımızın çarklarını çalıştırmalı, okullarımıza öğrencilerimizi göndermeli ve yeni çağın beklentilerini karşılayabilecek ulusumuzun en önemli mensupları olan gençlerimizi eğitmeye devam etmeliyiz. ... gücün temelinde güvenlik, inanç, davalarımızın haklılığı, hukukun üstünlüğü ve insan hakları vardır. Gücümüz buradan gelir. ... Amerika’nın doğum yılında, aylardan en soğuk ayda küçük bir grup vatansever, yavaş yavaş sönmeye başlamış bir kamp ateşinin etrafında mücadeleyi ilerletmeye çalışıyorlardı. Düşmana karşı korku içindeydiler, kar yağıyordu, nehirler donmuştu. Bu mücadele, kurucu babalarımıza, atalarımıza ilham kaynağı oldu ve gelecek nesillere şu mesajı iletmek istediler: ‘Gelecekte sadece erdem ve umut varlığını sürdürecektir. Belirli bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığın zaman umuda ve inanca sarıl.’ ... Her şekilden, her nesilden, her dilden vatandaşlarımız var. ... Ve birleştiğimiz zaman bir araya geldiğimiz zaman nefreti bertaraf ediyoruz. Artık ırkların farklılığının, dillerin farklılığının tamamen ortadan kalkacağı ve birleşeceğimiz günlere geçtik. ...”

‘Kurucu atalar’ ha? Bizde ‘tu kaka’ edilmeye çalışılan değer yani... Ne tezat!

Ve, yanmış yıkılmış yurdu kurtaranlarımızla hesaplaşmaya oturanları da anımsıyorum birden... Sonra, “Ne mutlu Türküm diyene”sözünün lanetliler listesine alınmış olduğunu; ardından, farklı farklı kökenlerden gelmişlerimizin ülke yönetiminde, sanat, iş, siyaset, ticaret vb. alanlarda üst noktalara çıkmış olduklarını; daha sonra, ulusalcılık/milliyetçilik ayrışmaları yaratılarak bu kavramların damgalandığını...

Bir zencinin başkan olması Amerikalılar için olamaz bir şeydi, oldu. Bu bizi neden bu denli heyecanlandırıyor, anlamam olanaksız... Beynime üşüşen gerçekler bitip tükenmek bilmiyor.

*

Konudışı bir ekleme:

Dünya jandarmalığını elinden bırakmayacağa benzeyen ABD’nin yeni başkanıyla ilgili haberleri izleyip okurken baktım, bir ‘siyahi’ lafıdır almış başını gidiyor.

Bu nedir? Bir nezaket göstergesi mi? Nedir siyahi? Bildiğimiz zenci değil mi? Farsça bir sıfatı almışız, Arapçanın yöntemiyle, hem ad hem de sıfat olan bir laf üretmişiz zamanın birinde. Bunu kullanmak niye? Oysa, ‘karaderili’ diye bir sözcüğümüz var, benim bildiğim... Hadi onu beğenmedin, ‘zenci’ deyiver... Bu sözü edince kıyamet mi kopuyor!?...

‘Çingene’ sözünün başına da böyle bir şey getirdik: ‘Roman’ aşağı ‘Roman’ yukarı!...

Bak şu işe, nerelere geldim: dokuz sekizlik gidiyorum... Bu usul de yalnızca Çingeneler’e özgü sanılmasın ha; o, hepimin vazgeçilmez oynak aksak rengi!...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 22 Ocak 2009


© 2009 İK

(www.ilgilik.net alanından alındı.)




21 Ocak 2009 Çarşamba

Kitle İletişim Araçlarındaki Türkçe?

Kırıkkale Üniversitesi’nde Bir Sempozyum


Türkçe, türlü yollardan olumsuz etmenlerle karşı karşıya... Bunlardan biri de, belki en önemlisi, kitle iletişim araçlarında yaygın biçimde görülen kötü kullanım. Türk
Dil Kurumu - Kırıkkale Üniversitesi
işbirliğiyle, işte bu yolun dilimiz için oluşturduğu tehlikeler ile bunlara karşı çözümlerin görüşüleceği bir bilgilenme etkinliği (sempozyum) düzenleniyor.

16-17 Nisan 2009 tarihlerinde Kırıkkale Üniversitesi’nin* ev sahipliğinde bu üniversitede düzenlecek olan Kitle İletişim Araçlarında Türkçenin Kullanımı adlı etkinliğe ilişkin duyuruda, konunun şu başlıklar altında ele alınacağı belirtiliyor:

- Kitle iletişim araçları ve dil kullanımı,
- Genelağda Türkçenin kullanımı,
- Türk dünyasında Türkçenin kullanımı,
- Türkçenin yazımı ve alfabe,
- Dil politikaları ve Türkçenin kullanımı,
- Küreselleşme ve Türkçe,
- Çeviri dili ve Türkçe.

Etkinlik, uluslararası niteliğiyle bu konuda bir ilk olacak.


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 21 Ocak 2009




______________

* http://www.kku.edu.tr/ >>> http://www.kku.edu.tr/~sempozyum2008/

(Kaynak: www.ilgilik.net )

16 Ocak 2009 Cuma

Global Krizin Çözüm Yolundan Önce...

Küresel Yanıt Verebilmek İçin


Kriz dünyayı hepten vurdu ya, adı, bilenlerin dilinde konuverdi: global kriz! Sonra da, gelsin çözüm yolları... Varsa yolu, bunun ne olduğunu konuşmazdan önce, asıl böylesi krizlerin nedenine bakmak gerekmez mi?

Ben bildim bileli ekonomi uzmanları konuşur da konuşurlar: paranın seyrinden, borsanın inip çıkmasından, mali sektörden, reel sektörden, yatırım sepetlerinden, petrolün fiyatından vb... Öngörüler möngörüler... Bu bunalımda da böyle oluyor. Haa, bir de kredi kartları ile FED var lafların arasında... Başka bir şeyler söyleyen eden pek yok.

Böyle durumlarda ne olur? Birileri parayı toplar, birileri de parayı kaptırır. Devletlerde de aynı sonuç... Kimi devlet zenginleştikçe zenginleşir, kimileri de el kapılarında avuç açar.

Sonra da, hadi yeni baştan...

*

‘Zengin devlet’ten ne anlamalı? Para babalarının, üretim devlerinin yer aldığı ülkeleri... Bugünkü dünyada, devletler değil, uluslararası sermayenin konuşlandığı ülkeler zengin. O da görece bir zenginlik... Sermayenin başka yere kaymasıyla o zenginlik de sona erer.



Bu durumda, ülkelerin, hele de ‘zengin’ denen ülkelerin yönetimini bu sermaye belirler. Ve dünya siyasetini de... Alın BOP’u, GOP’u, YDD’yi... Bizi pek pek yakından ilgilendiren bu projelerin müellifleri Bush’lar muşlar mıdır? Ya da Obama mobana mı? Yoksa ABD’nin merkez bankasının başındaki Bernanke mi? Bunlar, gelip geçen birer addan başka bir şey değil... Ülkemizin tarımı, hayvancılığı kimlerin hayrına çöküyorsa, bu adları ortaya çıkaranlar da onlar.

Aşağıda iki bağlantı verereceğim; azıcık sabır gösterip satırlarında gezinilirse, ‘global kriz’ denen olguyu da bunun öbür yüzü olan ‘bugün içinde yaşadığımız adı konmamış savaş’ı da -Filistin’deki kıyımdan Irak’ın başına gelenlere, ...... terör belasına bulaşmamızdan askerimizin başına geçirilen çuvalı kimlerin dokuduğuna dek pek çok olguyu da- anlamlandırma/anlama yolunda bir adımcık atılmış olur.

Bu bağlantıların ilkinde en dikkati çeken başlık, BHP-BİLLİTON VE RİO TİNTO İLİŞKİSİ. Bu bölümde, yakın tarihimizden tanıdık bir ad da var. Bir ipucu vereyim:

Osmanlı’nın merkez bankası yoktu. Her şey iyi giderken, evet, böyle bir yapılanmaya gerek de yoktu... Ama gün gelmiş, yavaş yavaş elden ayaktan kesilmeye başlamıştı koca imparatorluk... Ve çöküş dönemiyle birlikte, devlet borçlanmaya başlamıştı; ya da tam tersi: devletin borçlanmasıyla birlikte çöküş dönemi de başlamıştı. Osmanlı kime borçanıyordu? Galata bankerlerine! Derken, 1863 yılında İstanbul’da ‘Bank-ı Osmani-i Şahane (Osmanlı Bankası)’ adıyla yabancı sermayeli bir banka kurulur. Amaç, Osmanlı Devleti’ne borç para vermek... Yalnızca adı ‘Osmanlı’ olan bu bankanın sahipleri yabancıdır: 1856’da yine İstanbul’da bir ticaret bankası olarak kurulmuş olan İngiliz sermayeli Ottoman Bank ile Fransız mali grubundan bir Yahudi bankacılar ailesi olan Rothschild Ailesi... Bu sahiplerin Bank-ı Osmani-i Şahane’deki yetkileri/konumları eşittir. Ottoman Bank’in Rothschild Ailesi’yle iş ilişkisi, bu bankanın 1862’de Rothschildler’den borç almasıyla başlamış, ortaklığa dek gelişmiştir.

Göz atılacak bağlantılar şunlar:

- http://www.evrensel.net/06/01/16/ekonomi.html#1
- http://kitap.antoloji.com/dunyanin-gizli-seckinleri-rothschild-ailesi-kitabi/

*
İnsanlık dünyamızda olan bitene küresel yanıt verebildiği gün, ne küresel savaş ne küresel parasal bunalım kalacaktır yeryüzünde...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 14 Ocak 2009


© 2009 İK


(www.ilgilik.net'ten)

8 Ocak 2009 Perşembe

Şıracının Şahidi Bozacı Gibi...

‘İkiyüz’ mü ‘İki Yüz’ mü?


Bir yeni bir yeniyi götürdü: yeni yılla birlikte liramıza kavuştuk. Kavuştuk kavuşmasına da ‘küçük’ bir sorun var. Genelağdaki Dilimiz Com alanının yönetisi Sayın Tahsin Melan, bu durumu bugün alanının yazışmalığında ele aldı. Görüşlerini İkiyüz mü iki yüz mü sorusu altında dile getiren Melan’ın dediklerini aşağıya alıyorum:

«TDK yine bir yanlışa imza attı ve bizleri çok üzdü.

TDK: "TL’de yazım hatası yok."

“Türk Dil Kurumu (TDK), yeni dolaşıma çıkarılan 200 TL'deki sayı adının 'İKİYÜZ' biçiminde yazılmasının yanlış olmadığını bildirdi.”

Olmadı, hiç olmadı. Merkez Bankası bu işi daha iyi biliyorsa bırakın onlar kendilerini savunsun. Neden TDK onları haklı çıkarmayı yeğledi anlamıyorum.

Bakın Merkez Bankası ne demiş:

“Merkez Bankası, 1 Ocak tarihinde dolaşıma çıkarılan 200 Türk Lirası'ndaki "İKİYÜZ" ibaresinin bitişik yazılmış olmasının, para ile ilgili belgelerdeki ve kıymetli evraktaki sayıların yazım kuralına ve 1939 yılından bu yana oluşan teamüllere uygun olduğunu bildirdi.”

Eğer Merkez Bankası böyle dedi diyerek TDK “Galatı meşhûr lugatı fasihten evlâdır.” (Yaygın yanlış doğru sözden üstündür.) düşüncesiyle onları haklı görüyorsa sözüm yok.

Merkez Bankası yetkilileri bu kuralların gereğini tam anlamıyla bilseydi ya da bir bilene sorsaydı bu işler başa gelmezdi. Ayrıca yapılan yanlışlığa kılıf aranıyorsa yine diyecek bir şeyim yok. Ama yıllarca yapılan yanlışa “dur” diyerek düzeltme yoluna gitmek, geçmişteki hatadan dolayı da özür dilemek daha erdemli bir davranış olurdu kanısındayım.

Aslında bu olayda TDK kendi kendine açık vermiştir. TDK’nin bu konudaki kuralı şudur:

“3. Para ile ilgili işlem ve senet, çek vb. ticarî belgelerde geçen sayılar bitişik yazılır: 650,35 (altıyüzelliYTL,otuzbeşYKr).”

Evet, işte kural bu. Yıllarca biz de bunu savunduk ve öğretmeye çalıştık. Tanım doğrudur. Buna sözümüz yok. Yalnız dikkat ediniz “para” demiyor, “para ile ilgili…” diyor. Yani para adlarının böyle bir maddeyle savunulması söz konusu olamaz. Ayrıca mantık gereği de tutarsızdır. Çek ve senetler kişilerce, el yazılarıyla düzenlenir. Şahsî kullanım belgeleridir. Üzerindeki işlemler isteğe bağlı olarak yapılmakta, yazılmaktadır. Yani en ufak açıkta sahtekârlıklar söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle güvence açısından yukarıda da belirtildiği gibi rakamlar bitişik olarak yazılır. Oysa söz konusu olan paradır. Paranın üzerinde değişiklik yapmaya kim ve niçin gerek duysun? “İki Yüz” diye yazıldığında nasıl bir güvenlik kaygısı olabilir ki? Eğer sahtekârlıkları önlemek için bielşik yazdık derlerse buna kargalar bile güler. Kalpazanlar ne görürse onu yapar.

Unutulmaması gerekir ki çek, senet yazımı istisnai bir durumdur ve örnek teşkil edemez. Ama paralarımızın yazımı örnek teşkil edeceğinden yanlış bir uygulama önüne geçilemez pek çok yanlışlara neden olacaktır.

Sayın Merkez Bankası yetkilileri ve TDK'de buna olur diyenler. Lütfen bu yanlışı düzeltiniz. En azından "Doğrudur, yanlış bir uygulamadır. Ama maalesef basılmıştır. Bunca masrafın boşa gitmemesi için kullanımda kalacaktır. Ancak yeni baskılarda gerekli düzenleme yapılacaktır." deme büyüklüğünü gösteriniz. Gösteriniz ki yazım kurallarımızın güvenilirliğine, birlikteliğimize gölge düşmesin.»

*
TDK’siz de olmuyor TDK’yle de olmuyor... Zengin geçmişiyle Cumhuriyetimiz’in köklü bir kuruluşu o. Ama ne yazık, zaman zaman siyasal esintilerin çizgisinde gitmiş, gitmekte. Onsuz olunmuyor, değerli birikimleri var; onunla olunmuyor, insanı kahreden uygulamaları var... Ne yapacağız bu koca çınarla!?

Bir kurumun, kuruluşun kurumsallaşması, ancak yöneticilerinin kişisel görüşüne, tutumuna göre değil, bilimselliğe, yer aldığı alanın kurallarına, gereklerine uygun çalışmasıyla olabilir.


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 4 Ocak 2009

© 2009 İK
(Kaynak: www.ilgilik.net )

7 Ocak 2009 Çarşamba

Zurnanın Zırt Dediği Yer

Sıfıra Sıfır, Elde Var Sıfır...


Dün akşama doğru, Dil Derneği’nden bir eposta aldım. Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Sevgi Özel, iletisinde, birtakım yerlere konan yabancı dilden adlara tepkisini dile getiriyor:

«YABANCI ADLANDIRMA ÇILGINLIĞI
RUH SAĞLIMIZI BOZUYOR:
UŞAK “HOSPİTAL CEYLINE” DA AÇILDI!



Yıllardır verdiğimiz tepkiler sanki suya yazılıyor; işyerlerine, ürünlerine yabancı ad verme yarışı sürüyor. Bu yarışa girenlerin sergilediği davranışı, “çılgınlık” olarak tanımlamaktan başka yolumuz kalmadı. Yeme, içme, eğlenme, konaklama yerlerinin yanı sıra İstanbul, Ankara gibi kentlerdeki özel hastanelerin adlarına baktığımızda da şaşırıyoruz. “Özel” sözcüğünün arkasına yabancı sözcüklerle birlikte kent, semt… vb. adları sıralanıyor. Bu bilinçsiz ve gülünç adlandırma çılgınlığı karşısında dilimize Farsçadan giren, yüzlerce tabelaya yazılan “hastane” sözcüğünü arar olduk; “hospital”ı kullanmak bir ayrıcalık sayılıyor. Çünkü “hospital”lar, bu adı söyleyebilenleri; hastaneler umarsız halkı iyileştirmeye çalışıyor.

Tıp dilindeki sorunları çözememişken, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının sağlığıyla ilgilenecek, çoğunca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan sağlıkçıların görev yaptığı, “BioLifeClinic, Electron Medical, Hospitalium Haznedar, Academic Hospital, Avrasya Hospital, Özel International Hospital, Özel İstanbul Hospital, Özel İstanbul Medicine Hospital, Özel Medical Park Bahçelievler Hastanesi…” gibi onlarca hastanenin adını söylemekte de zorlanıyoruz.

Bu “hospital”ların çoğunda, bu adlandırmaları yapanların, bu adlandırma biçimini doğru bulanların “ruhsal durumunu, kişilik özelliklerini” inceleyip tedavisine yönelik öneri getirecek bölümler olduğunu düşünüyor ve bu konuda uzman desteği bekliyoruz.

Ege’nin güzel kenti Uşak’ta açılan “Hospital Ceyline”ı nasıl okuyacağız? “Ceyline” İngilizce bir sözcük müdür; yoksa bizim güzel gözlü “ceylan” mıdır? Eğer “ceylan”ımız, “ceyline” yapılmışsa, bunu yapanları nasıl adlandıracağız? “Ceyline” bizim “ceylan” değilse, “hospital” bizim “hastane”yse, Uşak kentindeki “Hospital Ceyline”ın “ruh ve sinir hastalıkları” bölümünden yardım istiyoruz!

Bu adlandırma çılgınlığını durdurmak, gittikçe bozulan dil bilincimizi ve ruh sağlımızı korumak için bilinçli yurttaşların adı, tadı yabancı olan her şeyden, her yerden uzak durmasını öneriyoruz.»

*
İster istemez, Ceyline benzeri saçmalıklarla ilgili bir yazımı anımsadım. Başlığı, Adını Türkçe Yap, Ödülü Kap!; 17 Haziran 2006’da yazmışım:

<<Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Sayın Şükrü Halûk Akalın, geçenlerde, Türkçe'ye karşı duyarlılık ve özen gösterip, yabancı olan adını Türkçe adla değiştiren şirket ve işyerlerine törenle ‘onur ödülü’ vermeye başlayacaklarını bildirmişti. Sayın Akalın, işyerlerine, alışveriş merkezlerine, toplu konut yerleşmelerine, otellere ve dükkânlara yabancı dillerde ad vermenin gittikçe çoğaldığını belirterek, TDK'nin, bu kirliliğe gönüllü olarak karşı koymaya çalıştığını ve kamuoyu oluşturarak yabancılaşmayı önlemeye çalıştığını söylemişti. TDK'nin bu konudaki savsözü, “İşyeri adını Türkçe yap ödülü al”dı.

Basın-yayında yer alan son haberlerden öğreniyoruz, bu savsöz işlemeye başlamış. Hürriyet gazetesinin Anadolu Ajansı’na dayanarak verdiği habere göre, söz konusu ödülü hak eden ilk işyerleri ve buraların yeni adları sırasıyla şunlarmış*:
- Armonium, ‘Kayseri Park’,
- İpek City, ‘İpeksaray’,
- Myshowland, ‘İstanbul Kültür ve Sanat Merkezi’.

Uygulamanın mimarı Sayın Akalın, “Umarım, bunlar örnek olur ve tabelasında Türkçe dışında isim kullanan işyeri, şirket kalmaz” demiş. Bu arada Sayın Başkan, adını Türkçe yapmak isteyenlere kurum olarak öneriler de götürdüklerini belirterek, ‘Light Kebap’ tabelalı bir işyerinin adı için sahibine ‘light’ yerine, ‘yeğni, özgün, özlü, gözde ve özde’ sözcüklerini önerdiklerini, eğer bu kebapçı, adını yapılan öneri doğrultusunda değiştirirse ona da onur ödülü vereceklerini söylemiş.

Öte yandan haberde, TDK’nin, ‘Ankamall’ adlı alışveriş merkezine de bir yazı göndererek, Türkçe söz varlığında olmayan ismini değiştirmesini önerdiği de bildiriliyor ve Sayın TDK Başkanı’nın şu sözlerine yer veriliyor:
“Bizim uyarma görevimiz yok. Yasal olarak TDK, bir yaptırım gücüne sahip değil. Ama bir sorumluluk anlayışı ile hareket edip yabancı ad kullanan işyerlerine yaptıkları işin doğru olmadığını, sokakların görüntüsünü bozduklarını, dilimizin söz varlığını yabancılaştırdıklarını, yazım ve söyleşi dilini bozan olumsuzluklara yol açtıklarını belirten birer yazı gönderiyoruz, adlarını değiştirmelerini öneriyoruz. Yeni ad konusunda da kurumun kendilerine yardımcı olacağını belirtiyoruz.”

Ve Zurnanın Zırt Dediği Yer

Haberin sonlarından bir bölümü okuyalım:

«Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın, “1353 Sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un işyeri tabelalarının dilinin Türkçe olmasını öngördüğünü hatırlatarak, bu konuda yasal boşluk bulunduğunu bildirdi. Akalın, şunları kaydetti:
“Bir kuruluş, Ticaret Sicil Gazetesi'nde şirketinin adını yayınlatmak için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na başvuruyor. Bakanlık, şirketin adının Türkçe olup olmadığı konusunda tereddüde düşerse bize 'şirket böyle bir ad almak istiyor, bu ad Türkçe mi değil mi' diye soruyor, biz de görüşümüzü bildiriyoruz. Buraya kadar her şey güzel. Mesela ben 'Şükrü Haluk Akalın ve Mahdumları Limited Şirketi' diye bir şirket kuruyorum. Ama tabelaya isim yazmaya gelince yabancı bir isim kullanıyorum. Burada belediyelerin yetkili olması gerekiyor. Çünkü işyeri açma belgesini belediye veriyor. Esas yasal düzenlemeyi burada yapmak gerekiyor. Belediye işyeri adı Türkçe olmayınca izin de vermemeli.”»

Yazımı iki küçük notla bitireyim:
‘Kayseri Park’ sözü Türkçe değil; neden değil, TDK’ye sormak gerek... Bu bir. İkincisi, adam, ülkesinde yabancı dilde çalıp oynuyor, “kanunda yeri yok” diye bir şey yapılamıyor; peki de, kara listeye de mi alınamaz bunlar? Kim düzenleyecek o kara listeyi? Devlet dairesi kimliğiyle TDK mi? Güldürmeyin insanı... Başta Maliye karşı çıkar buna... Eee? Bu durumda ne yapıyor TDK’miz? Ödül listeleri düzenliyor. Kimler için? Önce diline ihanet eden, sonra da pişmanlık göstererek bedavadan reklam kapanlar için. ‘Çocuklar Duymasın’ın ‘Halûku’ bugün var olsaydı, “Ba ba ba ba!...” derdi.

*
Açıldım mı ne, yazdıkça aklıma geliyor: hani Sayın Şükrü Halûk Akalın, 1353 Sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’da boşluk olduğunu söylemiş ya, dil dediğin yasayla masayla korunamaz. Dili koruyan güç, ‘dil bilinci’ni de içeren ‘ulusal bilinç’tir. (Bundan sonrası suça girer, susuyorum.)
______________
* http://www.hurriyet.com.tr/yasam/4566479.asp? >>

* * *

Şuraya buraya yabancı ad verme kepazeliğinin sürüp gideceği anlaşılıyor. TBMM’de yapılan Türkçedeki yozlaşma ve yabancılaşmanın araştırılarak Türk dilinin korunması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşülmesinin üzerinden tam bir yıl bir hafta geçti. Sıfıra sıfır, elde var sıfır...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 3 Ocak 2009


Not: bkz. İzleyip Göreceğiz... , Meclis Araştırmasının Öncesinde... ( http://www.ilgilik.net/2008/02/21/izleyip-gorecegiz.html , http://www.ilgilik.net/2008/02/21/meclis-arastirmasinin-oncesinde.html )


© 2009 İK
(Kaynak: www.ilgilik.net)

1 Ocak 2009 Perşembe

İşte 2009

Yeni Yıl Kutlu Olsun!


2009’un gönlümüzce geçecek bir yıl olmasını diliyorum. Dünyanın gidişatı günden güne kötülese de çıkmayan candan umut kesilmezmiş... Umut mu? O emekle yeşerir.

Umutları yeşertenlere, yeşerteceklere selam olsun! Sevgiyle, saygıyla...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 1 Ocak 2009