Bu Blogda Ara

20 Ekim 2012 Cumartesi

Dilin Kemiği –Bileşik Sözcükler

“Hoşça Kal”, “Sağ Ol” Ayrı; “Altyapı”, “Hiçbir” Bitişik…


Emre Yazman


Başbakanlığa bağlı bir dil kurumu, başbakanın oluru dışında bir iş yapabilir mi? Elbette yapamaz. Peki, o başbakan gitti, yerine yenisi geldi; yeni başbakan da eski başbakandan çok farklı düşünüyor, ne olacak?

Bu yazıda Türkçenin en sorunlu, en çok hata yapılan alanlarından birini, bileşik sözcükler konusunu ele alacağım. Bileşik sözcükler niçin Türkçenin en sorunlu alanlarından biri? Düşünüyorum da, bundaki en büyük payın Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetinin hiçe sayılarak, 1983’te Türk Dil Kurumu’nun (TDK) bağımsız bir dernek statüsünden çıkarılıp Başbakanlığa bağlı bir devlet dairesi statüsüne büründürülmesinin geldiği sonucuna varıyorum.

Atatürk acaba, çalışmaları için gelirinden pay ayırdığı Türk Dil ve Türk Tarih kurumlarını niçin bağımsız dernekler olarak kurdurmuştu? Bilmez miydi onları hükümetlere bağlı yapmayı. Belli ki bunun sakıncasının bilincindeydi. O nedenle de bu iki derneğin bağımsız olmasını istemişti.

Başbakanlığa bağlı bir dil kurumu, başbakanın oluru dışında bir iş yapabilir mi? Elbette yapamaz. Peki, o başbakan gitti, yerine yenisi geldi; yeni başbakan da eski başbakandan çok farklı düşünüyor, ne olacak? Olacağı şu: Kurumun uygulamaları ve çalışmaları esen rüzgâra göre değişiklik gösterecek, Kurum tutarlı olamayacak, kafalar karışacak, dil de arapsaçına dönecek.

Farkındasınız değil mi, Türkçenin içinde bulunduğu duruma ne denli uygun sözler…

12 Eylül’ün generalleri Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nu Kenan Evren’in Türk Dil Kurumu’na dönüştürünce ilk el atılan konulardan biri bu bileşik sözcükler oldu. Salt eski TDK’ye karşı çıkmış olmak için, yıllarca yerleşmiş, alışılmış, bellenmiş bileşik sözcükler ayrıldı. Bu arada “ilkokul” da bundan nasibini aldı ve “ilk okul”a dönüştürüldü. “İlkokul”un ayrı yazılmasıyla ortaya çıkabilecek sakıncayı bir örnek üzerinde görelim. Diyelim ki yerini bilmediğiniz bir ilkokula gideceksiniz. Birine sordunuz nasıl gidilir diye. O da sizi yazılı olarak yanıtladı:

“Senin aradığın, anacaddeden sokağa girince sağdaki ilk okuldur” dedi.

Oysa sokağa girince sağdaki ilk okul bir ortaokul olabilir pekala. Sizin aradığınız ilkokul ondan sonra bir yerlerdedir. Sonuç: Size okulun yeri yanlış tarif edilmiştir. Oysa dil, anlaşmamak için değil, anlaşmak içindir. Okulun yeri size şöyle tarif edilmiş olsaydı hiçbir sorun çıkmayacaktı:

“Senin aradığın, anacaddeden sokağa girince sağdaki ilkokuldur.”

Evren’in TDK’si “ilkokul” ile “ilk okul”un karışabileceğini düşünememişti.

Devlet dairesine dönüşünce TDK’ye egemen olan anlayışa iyi bir örnek olduğu için şu anekdotu da anlatmadan geçemeyeceğim.

TDK bir hizmet başlatır. İsteyenlerin adreslerine internetten her gün yabancı bir sözcük için önerilen Türkçe karşılık gönderilir. Yıl 2005’tir ve Yayın Danışmanımız İnal Karagözoğlu’nun gelen kutusuna TDK’den yollanan ileti düşer. O günkü e-postadan “libero” karşılığı için önerilen “son adam” çıkmıştır. İnal Bey, bu önerinin yazımına itirazını şu tümcelerle yapar:

“Sayın İlgililer,

Libero karşılığı olarak önerilen sözcüğün (ikili sözcük kümesinin), yapı bakımından bileşik sözcük olmasının daha uygun olacağı kanısındayım. Böylece, bir kişinin ‘adamların sonuncusu’ olduğunu belirten son adam sıfat tamlaması ile ‘savunmanın gerisinde bulunan serbest savunma oyuncusu’ anlamındaki sonadam bileşik isminin, yapısal ve biçimsel açıdan da biri sözcük kümesi, öbürü de bir sözcük olarak iki ayrı şey olduğu görülür.

Önerimin dikkate alınacağını, en azından yanıtlanacağımı ummaktayım.”

TDK Başkanı Şükrü Halûk Akalın’ın imzasıyla gelen yanıt şöyledir:

“Sayın İnal Karagözoğlu,

Yabancı kelimelerin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında kavramları karşılamak üzere kelime birleştirme yolundan da sıklıkla yararlanılmaktadır. Bu yolla oluşturulan sözlere ise bileşik kelime değil birleşik kelime denilmektedir. Birleşik kelimeler, bazı gelenekselleşmiş durumların dışında, belli kurallar dâhilinde ayrı veya bitişik yazılmaktadır. Kurumumuz tarafından libero için önerilen son adam karşılığı da birleşiği oluşturan sözlerden herhangi biri kaynana, pazartesi, danaburnu örneklerinde olduğu gibi ses veya anlam kaybına uğramadığı için bu kurallar çerçevesinde ayrı yazılmaktadır. Dilimizdeki birçok söz, bir bilim, sanat, meslek dalı veya bir konu ile ilgili özel ve belirli bir kavramı karşılamak üzere aynı zamanda terim olarak da kullanılabilmektedir. Son adam sözünün terim veya sıfat tamlaması olarak kullanılışının ayrımı da bu tür sözlerde olduğu gibi kullanım yeriyle ilgili olacaktır.”

İnal Bey gelen yanıtı yorumlarken şöyle demişti: “Bu ‘bileşik mi birleşik mi’ konusu netameli bir konudur (!); durup dururken azar işitmek bile işten değildir.”

Bu yazışmayı izleyen yıllarda TDK’nin o zamanki başkanı Şükrü Halûk Akalın ile dilci Emin Özdemir televizyondaki bir tartışma izlencesinde bir araya gelmişlerdi. Emin Özdemir’in şu sözlerini unutmam olanaksız: “Sayın Akalın, ‘birleşik’ müttehit, ‘bileşik’ ise mürekkep anlamına gelir.”

Eğer daha önce farkına varmadıysa, Akalın hatasını o gün anlamış olmalıydı. Özdemir’i dinledi ve hiçbir şey söyle(ye)medi. Sükût ikrardan gelirdi.

Asıl konumuza dönersek… Kenan Evren’in TDK’si kafaları epey bulandırdıktan sonra yanlıştan döndü. Yani “ilk okul” bir süre sonra aslına rücu ederek “ilkokul”a dönüştü. Ancak hatalar öylesine çoktu ki, döne döne bitirilemedi. TDK’nin Türkçe Sözlük’ü hâlâ tutarsızlıklarla dolu. Sözgelimi karasinek, sivrisinek bileşik sözcük kabul edilirken, atsineği, köpekbalığı, devekuşu, eşekarısı, balarısı ayrı yazılmakta. Gelin de şimdi TDK’nin yazım kılavuzuna güvenin. Ben asla güvenmediğim için, Atatürk’ün TDK’sinin devamı niteliğinde olan Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu’nu esas alıyorum.

Yazıyı, bitişik yazılması gerekirken yaygın olarak ayrı yazılan, ayrı yazılması gerekirken de yaygın olarak bitişik yazılan sözcüklere örnekler vererek bitiriyorum.

Ayrı yazılması gerekenler: ev sahibi, fark etmek, göz önüne almak, hafta sonu, hak etmek, her bir, her gün, hoş bulduk, hoş geldin, hoşça kal, sağ ol, sevk etmek, terk etmek, yanı sıra, yıl başı (ocak ayının başları), yıl sonu.

Bitişik yazılması gerekenler: açıkoturum, açıköğretim, alışveriş, altüst, altyapı, antepfıstığı, bilgiişlem, birçok, birtakım, genelkurmay, gözaltı, herhangi, hiçbir, hindistancevizi, ilkyardım, işbirliği, malvarlığı, Ortadoğu, öngörmek, sosyoekonomik, uluslararası, veritabanı, yılbaşı (ocak ayının ilk günü), yüksekokul.

Son olarak bugün / bu gün ayrımı…

Bugün: içinde bulunulan gün. Örnek: Bugün günlerden pazar.

Bu gün: belirli bir gün. Örnek: 19 Mayıs çok özel bir gündür. Bu gün Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı sayılır.


© 2012 EY.ilgilik

14 Şubat 2012 Salı

‘Cumhurbaşkanına Sorun’un Ardından

Niyetim Bir Karşı Duruş Hareketi Örgütlemek



Biliniyordur, Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, bu yılın başında herkesin istediği soruyu kendisine sorabileceği bir etkinlik başlattı: ‘Cumhurbaşkanına Sorun’. Böyle bir şey ülkemizde ilk kez oluyordu. Verilen bir haftalık sürede 14 bin kadar soru ulaştı Köşk’e ve bunlardan 220’si ‘beğendim-beğenmedim’ yöntemiyle halkın oyuna açıldı. 20 Ocak’a kadar süren oylamaya gelen iki milyon dolayındaki oyla en beğenilen sorular belirlendi. Bunlardan ilk onun sahipleri, 28 Ocak günü Köşk’te Sayın Cumhurbaşkanımız’ın konuğu oldular, sorularını kendilerine sözlü olarak iletip yanıtlarını aldılar.


‘Cumhurbaşkanına Sorun’da beğenilen soruların ilk onuna girenler Cumhurbaşkanı Gül’ün konuğu oldular.



İlk ondaki sorulardan biri şuydu: “Televizyonda yayınlanan programlar (özellikle gündüz kuşağı ve diziler) hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce de daha kaliteli programlar için RTÜK’ün daha etkin çalışması gerekmiyor mu?”

Sorunun sahibi, üniversite öğrencisi bir hanım kızımızdı.


Böyle dört dörtlük bir sorunun bir genç hanımdan gelmiş olması bizim evde sert ve soğuk bir rüzgâr esmesine neden oldu. Şöyle anlatayım: Bu etkinliğin haberi veriliyordu televizyonda; eşim, televizyon yayınlarından yakınıldığını duyar duymaz alıp alıp vermeye başladı. Neymiş? Bakıp da ders almalıymışım: bir genç kız bile bu konuda fikir sahibiymiş, hem de bunu devletin en üst makamına çekinmeden soruyormuş, ben ise, yazılar yazıyorum, diye dolaşıp duruyormuşum ortalıklarda... Kaç kere söylemişmiş şu işi de bir yazsana, diye...


Ben susuyorum.


Eşimin hırsı dinince, hanım kızın sorusunun başka bir konuda olduğunu anlatmaya çalıştım sakin sakin: “Senin televizyonlarla asıl derdin benim bildiğim iki şey” dedim, “konuşmalı bir izlencede, bir dizide, bir belgeselde falan ya da gezip tozma şeyinde, fondaki müzik ile konuşmaların birbirleriyle savaşmasından yakınmıyor musun? Bu bir; ikincisi de, bir şeyi belirli bir seste izlerken izlerken reklama ya da tanıtıma geçişte bu şiddetin neredeyse ikiye, üçe katlanmasından, bizi yerimizde zıplatmasından... Hele de biraz mayışmışsan ya da uyukluyorsan...” Bu son durum dizi özetlerinde haddini aşıyor ve ben de yakınıyorum bu işten.



Eşimin ‘şu iş’ dediği işte bunlardı. “Tamam mı?” dedim. Baktım, ses etmiyor, devam ettim: önce hanım kızın sorusu ile Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün buna verdiği yanıtı özetledim o hengâmede aklımda kalan kadaryla. Eşim, haberde aktarılan o yanıtı dinlememişti çünkü...



Sayın Cumhurbaşkanımız’ın küçük hanımın sorusuna yanıtı şöyleydi: “Gündüz programlarını seyretmediğimi sizler de tahmin edersiniz. Bu yönde çok duyum alıyorum, şikâyetler var; kalitenin, seviyenin düştüğü yönünde. RTÜK bunları inceliyordur ve eminim ki çalışmaları vardır. Buralarda da yasakçı zihniyetle yaklaşırsak sonuç alamayız, ama özendirici bir şekilde herkesin kendi içinde otokritik yapması, toplantılar yaparak, ortak şikâyetlere önem vermesi sağlanırsa mesafe alınabileceğini düşünüyorum.”

Bunları dinledikten sonra, “Peki” dedi, eşim, “sen hâlâ öööyle oturacak mısın?” Aklı hâlâ benden beklediğini yerine getirmemiş olmamdaydı.

Hayır, oturmayacaktım. Bu vartayı atlattığıma şükredip durumu masaya yatırdım. İşe şuradan başladım: Bu hanım kızımızın sorusu neydi? “Televizyonda yayınlanan programlar (özellikle gündüz kuşağı ve diziler) hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce de daha kaliteli programlar için RTÜK’ün daha etkin çalışması gerekmiyor mu”, değil mi? Peki, kızımız niye “özellikle gündüz kuşağı ve diziler” diye bir parantez açmış olabilirdi ve “daha kaliteli programlar için RTÜK’ün daha etkin çalışması gerekmiyor mu” diye sormasının amacı neydi? Pek belli, sorucu hanım kızımız, gündüz kuşakları ile dizilerden yakınıyor; çünkü, gündüzleri çoluk çocuk da görebiliyor ‘ahlakdışı’ şeyleri ve bu ‘kalitesiz’ programlar yerine ‘kaliteli’ programlar konması için Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan medet umuyor ve bu düşünce ve görüşünü de Sayın Cumhurbaşkanımız’a onaylatmak istiyor.

Bu üstü kapalı niyet karşısında verilen yanıt ise olabildiğince ilginçti:


-Gündüz programlarını seyretmediği için bu konuda söyleyebileceği bir şey yoktu;
-Ama, hanım kızımızın dediği gibi, kalitenin, seviyenin düştüğü yönünde duyumlar, şikâyetler alıyordu;

-RTÜK’ün bunları incelediğinden ve gerekli çalışmaları yaptığından emindi;

-Ancak, bu konuya da yasakçı zihniyetle yaklaşılırsa sonuç alınamazdı;

-Televizyonlar bu konuda kendi içlerinde özeleştri yaparlarsa, bu yönde özendirici olurlarsa ve ortak toplantılar düzenlerlerse iyi sonuçlar alınabilirdi.
 Ben, Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Buralarda da yasakçı zihniyetle yaklaşırsak” diye başlayan sözlerindeki ‘de’ bağlacından ne kadar tedirgin oduysam, ‘yasakçı zihniyetle sonuç alınamayacağı’ yönündeki yargısından o kadar mutlu oldum. Ve ‘otosansür’ değil de ‘otokritik’ demesinden de... Kendi kendini kısıtlama işinin basın yayın dünyamızda almış başını gitmekte oluşuna inat...

Her neyse... İşte açıklıyorum: niyetim, televizyonların bize eşimin yakınmalarındaki türden ettiklerine sessiz kalmamak, sivil bir karşı duruş hareketi örgütlemek.


Ama nasıl?

İşte şimdi arpacı kumrusu gibi düşünmem bundandır.



İnal Karagözoğlu
Yarımca, 11 Şubat 2012



_____________________

(Görsel, Medya Zaman Com Tr kaynağından.)


© 2012 İK

Kaynak: http://www.ilgil.net/