Bu Blogda Ara

19 Ocak 2010 Salı

Anayasa: Temel Kuruluş

Kurucu İradenin Işığında Toplumsal Bir Sözleşme…


Ortada fol yok yumurta yok, bu da n’oluyor, demiştim. Böyle derken de aklıma büyükannem gelivermişti; rahmetli, tavukların taa arka bahçede aralarına horozu da alarak gıdaklamaya durmalarını duyar, beni köşe bucak yumurta aramaya salardı. Her defasında da eli dolu dönerdim: ya böğürtlenlerin altlarında ya mertek yığının dibindeki korunaklı yerlerde hiç değilse üç beş yumurta bulurdum. Tavukların, yumurtlamaya elverişli daha pek çok ölü alanları vardı koca bahçede…

Bana beş altı yaşlarımdan bunları anımsatan şey, “Gündemimizde Anayasa değişikliği yok” haberi oldu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, Anayasa Değişliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun’daki halkoylamasına götürülme süresini kısaltmaya yönelik değişiklik yapılması konusunda yasa önerisi hazırlamıştı ve bu girişim ortalığı karıştırmıştı; yorumlar gırla gidiyordu…

Durumu ağırlaştıran ‘rastlantı’ ise, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in bu haberle eşzamanlı olarak dar kapsamlı bir Anayasa değişikliğinden söz etmiş olmasıydı. Ama bu işte bir tuhaflık vardı: Bozdağ’ın partidaşı TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, bu değişiklik önerisinin, ‘iktidarın anayasa değişikliğine hazırlandığının işareti’ olarak değerlendirilmesine -ve pek doğal olarak, öneriye yöneltilen olumsuz eleştirilere de- yanıt olarak bu önerinin gerekçelerini anlatıp “Türkiye’nin bir anayasa değişikliğine ihtiyaç duyduğu tartışmasızdır” diyor, ama sözlerini, “Şu anda güncelleştirilmesi öngörülen bir Anayasa değişikliği gündemimizde yoktur” diye bitiriyordu.

Ve Sayın Şahin’in, aynı günlerde, “Madem 1982 Anayasası’ndan herkes şikâyetçi, bu yıl bir anayasa değişikliği gerçekleşmesini temenni ediyorum” dediğini de biliyorum.

Şimdi…

Anayasa değişliklerinin halkoyuna sunulmasına ilişkin yasada yapılmak istenen bu değişiklik üzerine fikir yürütmeler oladursun, ben, kendime iş edindim, Frenkçesi ‘referandum’ olan şu halkoylaması ile bizim 1876’da -ve 1908’de- ‘Kanun-i Esasi (Temel Yasa)’, 1921’de -ve 1924’te- ‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Temel Kuruluş Yasası, Ana Kuruluş Yasası)’, 1961’de -ve 1982’de- ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ adlarını verdiğimiz belgelerin ortaya konuşlarına da bakarak kısaca ‘anayasa’ denen düzenlemenin ne olup ne olmadığına bir bakayım, dedim.

İlk yazılı anayasayı Amerikalılar yapmış. 1787’de… Bunu, Fransızlar’ın 1789 devriminde ortaya koyduğu anayasa izliyor. Her ikisinde de ‘anayasa’ kavramı ‘constitution’ sözcüğüyle karşılanmış. Bu sözcük, aslında, ‘bileşim, terkip; yapı, bünye; kurma, meydana getirme’nin Fransızcadaki karşılığı. Bu sözcük, İngilizcede de, ‘anayasa’ demek olmasından önce ‘oluşum, bileşim; yapı, bünye; kural, yol yordam’ demek. Sözcük, Fransızcadaki ‘constituer’ (meydana getirmek, kurmak) eyleminden doğmuş.

Kendime verdiğim işin daha başında, The Constitution of the United States of America’da, Constitution de la République française’de ve dahi Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda ‘temel kuruluş’ kavramıyla karşılaşınca soramadan edemedim: Anayasa bir yasa mıdır?

İşin doğrusu, bu soruyu rahmetli Demirtaş Ceyhun sormuştu; geçen yıl aramızdan ayrılışından dört ay kadar önce de bir kitapla karşımıza koymuştu: ‘Anayasa Yasa mıdır’.

Ne diyordu Ceyhun?

“Parlamenter düzene güya yüz küsur yıl önce geçmiş olmamıza karşın, siyasi parti yöneticilerimizin bile demokrasiyi salt siyasi par­ti, seçim ve meclis olarak değerlendirip örneğin sendikalaşmayla, dernekleşmeyle ilgili yasaklarla ilgilenmemelerine; rejim ve yönetim kavramlarının arasındaki farkı hiç önemsememelerine; seçimlerde ön­seçim yapılmasından pek hoşlanmamalarına; parti içi demokrasi konusunun tartışılmasına asla yanaşmamalarına, milletvekillerinin do­kunulmazlığına dokunulmasına kesinlikle izin vermemelerine ve sık sık ‘laisizm’ kavramının yeniden tanımlanması gerektiğini söyleyip, iktidarı ele geçirir geçirmez de hemen ‘anayasayı’ değiştirmeğe veya yeni bir ‘anayasa’ hazırlamağa kalkışmalarına bakılırsa, Tanzimat’tan bu yana bolca ithal ettiğimiz demokratikleşme ve çağdaşlaşma ile ilgili batılı kavramların anlamlarını hâlâ yeterince kavradığımızı söy­leyebilmemiz galiba gerçekten olanaksızdır.
…..

Amacım, kitaptaki yazılara şöyle bir göz atılınca da anlaşılacağı gibi, sorunlarımızı doğru kavrayabilmemiz için önce kullandığımız kavramlar üzerinde biraz daha ciddiyetle durmamız gerektiğini an­latmağa çalışmaktır.
…..”

*
Adı her ne olursa olsun, bizim ‘anayasa’ dediğimiz düzenlemenin ne olup ne olmadığına bakarken karşıma çıkan ilk gerçek, ‘kurucu irade’ olgusu. Olmazsa olmaz koşul… Bu olmadan ortaya bir anayasa koymak olanaksız. Neden? Anayasalar, birer ‘toplumsal sözleşme’dir de ondan.

Sayın Şahin’in sözlerinde yer alan “1982 Anayasası’ndan herkes şikâyetçi” saptamasına katılmamam olanaksız. Ama, kaç kez değişiklik yapılmasına karşın hâlâ da yakındığımız bir düzenlemenin orasını burasını yeniden ve yeniden değiştirmek yerine ortaya yeni bir toplumsal sözleşme koymanın yolu araştırılmamalı mı? Bu iş için bir açılım gerekiyorsa o açılımı yapmak, bir süreç gerekiyorsa o süreci başlatmak?…

Başta hukukçularımıza olmak üzere bu ülkenin bütün kurumlarına, kuruluşlarına, düşünenlerine düşen görev, ne yapıp edip, ‘laik devlet düzenlerinin, seçimlerle, yasalarla ya da halkoylamalarıyla değil, devrimler sonucunda kabul edilmiş toplumsal sözleşmelerle kurulmuş olduğu’ gerçeğine bir seçenek bulmak. Amaçları, ‘kurucu iradenin ışığında toplumsal bir sözleşme’ niteliğinde bir anayasaya ulaşmak olmalı!

Kısa bir anayasa çalışmasının beni vardırdığı sonuç bu…


İnal Karagözoğlu

Yarımca, 18 Ocak 2010

_____________
Kaynak: http://www.ilgilik.net/