Bu Blogda Ara

27 Kasım 2008 Perşembe

1920’lerden Gelen Bir Hoş Seda



Nazar, Leyla ve Denizkızı...


Mâhurdan Gazel... başlıklı yazımda belirtmiştim: şiirleri en çok bestelenmiş şairimiz kimdir, diye sorulsa, akla ilk gelecek ad Yahya Kemal’dir. Yinelersem, onun pek çok şiirinin bestelenmiş olması boşuna değil: müzikle yoğrulmuş şiirleri besteciler için esin kaynağı niteliğinde... Çoğu da Münir Nurettin’in müziğiyle kucaklanmış...

O yazımda şunu da söylemiştim: Yahya Kemal, Münir Nurettin’in, şiirlerine giydirdiği o nağmelerin ne kadarını duyabilmiştir? Bu sorunun yanıtı yok. Ya da var: Şair’in ruhu hepsini duymakta...

Merak ettiğim bir şey de, Yahya Kemal’in ilk bestelenen şiiriydi. Kim bestelemiş? Seslendirenlerin başında kim geliyor?

Bu soruların yanıtını -eksik kalan birkaç yanı dışında- geç de olsa aldım. O yanıtlara nasıl ulaştım, kısaca anlatayım:

İlk ateşi değerli dostum Sefa Borteçen yaktı. Bir gün, her zaman yaptığımız gibi şuradan buradan söyleşirken, söz müziğimizden açıldı; Sefa Bey, ezgisini de mırıldanarak, çocukluk yıllarından şöyle böyle anımsadığı bir şarkıdan söz etti. Ezgisini de sözlerini de çıkarmakta zorlanıyordu: Gece Leyla’yı ayın on dördü, / Koyda tenhada yıkanırken gördü. Yoksa, ... on dördü, / Koyda yıkanırken tenhada gördü müydü? Biliyor muydum? Hayır, duymamıştım. Arkadaşım üsteliyordu, ama bilmiyordum işte... Makamını şöyle böyle çıkarabilmiştim o kadar: kürdilihicazkâr ya da nihavent (!). Algılayabildiğim tat, işte hiç olmayacak böyle bir şeydi. Bir ezgi için ‘kürdilihicazkâr ya da nihavent’ demek saçmalığını yaşıyordum. “Yorma kendini ağabey” dedim, “araştırıp bulurum sana.” Vakit geç olmuştu; Sefa Bey, bir şarkıyı anımsayamayışının üzüntüsünü akşamın görünmeyen karanlığına gizleyerek gitti.
* * *
Arıyorum... Derken, rahmetli Duygu Asena’nın Denizkızı Eftelya yazısı... ’98’in 14 Kasımı’nda Milliyet’te yazmış. Asena’nın yazısı deniz fenerim oluyor. Ve Kadıköylü’ye ulaşıyorum: Deniz Kızı Eftalya okumuş. 1998 yılında Kalan Müzik’in çıkardığı CD’deki yirmi iki parçanın arasında Kemal Niyazi’nin (Seyhun) LeylaNazar adlı parça da var; bu segâh fanteziye esin veren dizeler ise Yahya Kemal’in... Yıl, en geç 1928. Ve Şair’in bestelenen ilk şiiri bu olsa gerek:

Nazar

Gece Leyla’yı ayın on dördü,
Koyda tenha yıkanırken gördü.

“Kız, vücudun ne güzel böyle açık
Kız yakından göreyim sahile çık!”

Bakındı etrafına ürkek ürkek,

Dedi “Tenhada bu ses n’olsa gerek?”

“Kız, vücudun sarı güller gibi ter;
Çık sudan, kendini üryan göster!”

Aranırken ayın ölgün sesini,
Soğuk ay öptü beyaz ensesini.

Sardı her uzvunu bir ince sızı;
Bu öpüş gül gibi soldurdu kızı.

Soldu, günden güne sessiz soldu;
Dediler hep “Kıza bir hal oldu.”

Ta içindendi gelen hıçkırığı;
Kalbinin vardı derin bir kırığı.

Baktı bir ses duyuyormuş gibi lal;
Yattı aylarca devam etti bu hal.

Sindi simasına akşamın hüznü;
Böyle yastıkta görenler yüzünü,

Avuturlarken uzun sözlerle,
O susup baktı derin gözlerle.

Evi rüzgâr gibi bir sır gezdi,
Herkes endişeli bir şey sezdi.

Bir sabah söyledi son sözlerini,
Yumdu dünyaya ela gözleri.

Koptu evden acı bir vaveyla,
Odalar inledi “Leyla, Leyla!”

Geldi köy kızları, el bağladılar,
Diz çöküp ağladılar, ağladılar...

Nice günler bu şeametli ölüm
Oldu herkese gizli bir düğüm.

Nice günler bakarken dalgalara,
Dediler “Uğradı Leyla, nazara.”

Bu dizelere ses veren bir bestecimiz de Mehmet Fahri Kopuz. Kopuz’un bir nihavent fantezi şarkı biçiminde bestelediği bu yapıta ilişkin doyurucu bilgi bulamadım.

İçimde bu sonuca varan ilk merak ateşini yakan değerli dostum Sefa Borteçen’e teşekkür ediyorum.


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 27 Kasım 2008

____________
tenha: Far. Yalnız, tek (tek başına).
ter: Far. Taze.


©2008 İK

Yahya Kemal Yılı Dolayısıyla

Mâhurdan Gazel...
Şiirleri en çok bestelenmiş şairimiz kimdir, diye sorulsa, akla ilk gelen ad Yahya Kemal olur. Müzikle yoğrulmuş pek çok şiirinin bestelenmiş olması boşuna değil... Benim bildiğim, hemen hepsi de Münir Nurettin’ce yapılmış besteler... Yahya Kemal, yarı çağdaşı sayılan Münir Nurettin’in, şiirlerine giydirdiği o nağmelerin ne kadarını duyabilmiştir, hep merak ederim.

Ve Münir Nurettin, Mâhurdan Gazel’i bestelememiş. Adındaki makamda kendi içmüziğiyle yaşasın, istemiş olabilir mi?

Ben, Mâhurdan Gazel şiiri için bir bakayım, dedim, -sanırım, bencileyin gereksiz (!) ayrıntılara takılan kimileri de araştırmıştır- Şair’in bence müzikle en yoğun biçimde örtüşen bu şiiri kaynaklarda pek yer almıyor; örneğin, en kolay ulaşılan genelağda şiirin başlığıyla ararsanız, bugün için 3 bin 290 sonuç var. Beyt-i musarra niteliğindeki matla beytiyle ararsanız sıfır sonuçla karşılaşıyorsunuz; maktasıyla ararsanız da sonuç sıfır! Mahlas beytiyle? O da sıfır!... İlk dize için ise dört sonuç var; son dizeye göre de beş... Bu sayılar, 2008 Yahya Kemal yılı olarak ilan edilmezden önce, örneğin geçen yılın ortalarında ikiydi; şiirin adına göre de 48... Bu gazelin şah beyti hangisidir, karar veremediğim için bu yönden bir arama yapmadım; ama adım gibi eminim, aramayı hangi beyitle yaparsam yapayım sıfır sonuçla karşılaşırdım. Durum hiç de iç açıcı değil!

Ve diyelim, öğrenme isteğinizi engelleyemediniz, “Yahya Kemal, Münir Nurettin’in bu bestelerinden hangilerini dinlemiş” diye bir araştırma yapmaya kalkacaksınız, hemen söyleyeyim, yol yakınken cayın bu işten; sonucun sıfır olacağından da adım gibi eminim.

*
Artık pek oyalanmadan, Eski Şiirin Rüzgârıyle’den (1962)¹ Mâhurdan Gazel’i okuyalım, ne dersiniz?

Gördüm ol meh dûşuna bir şal atıp Lâhûr’dan Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan
Nerdübanlar bûşiş-i nermîn-i dâmâniyle mest İndi bin işveyle bir kâşâne-i fağfûrdan
Atladı dâmen tutup üç çifte bir zevrakçeye Geçti sandım mâh-ı nev âyine-i billûrdan
Halk-ı Sâ’dâbad iki sâhil boyunca fevc fevcVâde-i teşrîfine alkış tutarken dûrdan
Cedvel-i Sîm’in kenarından bu âvâzın KemâlKoptu bir fevvâre-i zerrîn gibi mâhûrdan

* * *
Müziğimize duyduğum ilgiden, sevgiden olacak, başımdan büyük bir işe kalkıştım, Mâhurdan Gazel’in bir açıklamasını yapayım, dedim, ardından da, hiç olmayacak bir işe girişip onun üzerine bir şiir denemesi yazdım. Sırayla sunuyorum:

Açıklama

O ay yüzlüyü, omzuna lâhuri bir şal atmış, gül gibi yanaklarını parıltılı bir yaşmakla örtmüş olarak gördüm; sanki sedefsi bir sırçadan yapılmış bir saraydan bin bir nazla iner gibiydi... Ve sarayın merdivenleri, eteklerinin yumuşak öpüşleriyle kendinden geçiyordu.

Sonra bu güzel, eteklerini tutarak üç çifte bir kayığa atladı; o an, sanki yeni doğmuş bir ay kristal bir aynadan geçiyordu... İşte o sırada, bütün Kâğıthane halkı akın akın iki kıyı boyunca toplanmış, bu ay yüzlünün gelişini uzaktan alkışlıyordu.

Ey Kemal, gümüşe benzeyen Haliç’in kıyısından kopup gelen bu seslenişlerin, sanki çevresine mâhur makamında sular saçan altından bir fıskiye!...

Deneme

Gördüm o ay yüzlüyü,
Bir şal atmış omzuna, lâhuri;
Örtülü gül yanaklar
Bir yaşmakla;
Yaşmak parıltılı...

Ve işte indi,
Bin bir nazla
Bir saraydan...

Saray, sanki sedefsi sırçadan,
Sanki merdivenleri kendinden geçmiş
Öpüşüyleriyle eteklerinin...
Öpüşler yumuşak.

İşte,
Şimdi de,
Eteklerini tutup da
Atlarken üç çifte sandala,
İşte o an,
Yeni doğmuş bir ay gibiydi
Ve
Geçiyordu sanki
Billûr bir aynadan...

Kâğıthane’nin bütün halkı
Akın akındı;
Gelip toplanmıştı
İki kıyı boyunca;
Alkışlıyordu uzaktan
Gelişini
O ay yüzlünün...

Ey Kemal,
Senin bu seslenişlerin,
-Kopup gelen
Gümüş renkli Haliç’ten-
Sanki
Altın bir fıskiye
Ve saçıyor suları
Mâhur makamından...


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 16 Kasım 2008

_________________

Anlamlar ²:

- meh: (= mah) Far. Gökteki ay.
- dûş: Far. Omuz.
- Lâhûr: > Lahor (Pakistan’ın Lahor kenti. [Şair, Lahor'da yapılan ve ‘lahurî’ de denen bir tür şaldan, ‘Lahor şalı’ndan söz ediyor]).
- nerdüban: (<> fevç fevç) Ar. Akın akın (fevç: insan kalabalığı).
- vâde: Ar. Bir iş için önceden belli edilen zaman.
- teşrîf: Ar. Gelmesiyle bir yeri onurlandırma.
- dûr: Far. Uzak.
- cedvel: Ar. Su kanalı.
- sîm: Far. Gümüş.
- Cedvel-i Sîm: (Şair’in anlatmak istediği) Haliç (İstanbul).
- âvâz: Far. Ses (özellikle insan sesi).
- fevvâre: Ar. Fıskıye, su fışkırtan şey.
- zerrîn: Far. Altından (altından yapılmış).
- mâhûr: Far. Türk müziğinde bir makam (Ar. içki meclisi, meyhane; Far. şarap içen).

Notlar:

¹
http://www.nadirkitap.com/eski-siirin-ruzgariyle-kitap8138.html (Ayrıca http://www.poetikhars.com/wiki/index.php?wiki=Gazel ’den de yararlandım. İK)

² Sözcüklerin yazımında, uzun okunan ünlülerde de düzeltme imi (^) kulanılarak bu şiirin yazıldığı dönemin noktalama anlayışına uygunluk sağlanmaya çalışılmıştır.

³ Porselen, ortaçağ İtalyancasındaki porcella sözcüğünden geliyor. Porcella, istiridye kabuğunun iç yüzeyini kaplayan sedefin beyaz/parlak kıvrımlarını tanımlıyordu.

© 2008 İK

26 Kasım 2008 Çarşamba

Etraf Çarşafa Dolandı


Çözüm: Bir Anayasa Değişikliği


CHP’nin şu çarşaf harekâtı türlü çeşitli beyanatlara kapı açtı. Herkesler işi gücü bıraktı, durumu bir yerinden didiklemeye bakıyor. Karşılıklı beyanatlar... Etraf çarşafa dolandı, dense yeridir. Mübarek hiç böyle zulüm görmemişti.

Ne yapmalı da bu kargaşadan kurtulup memleket işlerine dönmeli?

Malum, milletvekillerinin ‘kanun teklif etme’ denen bir yetkileri vardır; diyeceğim, milleti bu dolanıklıktan kurtarmanın yolu, aklı başında bir kanun teklifinden geçiyor. Ya da Hükümet’ten gelecek bir tasarıdan...

*

“Ben olsam”...

İnsanoğlunun özelliklerindendir, ortada bir sorun mu var, hemen atılırız: “Ben olsam şöyle şöyle yapardım.”

İşte, milletin bu çarşaflamadan kurtarılıp nefes almasını sağlama konusunda da ben olsam, Anayasamız’ın* 12’nci maddesine yeni bir fıkra eklenmesi için şöyle bir değişiklik önerisinde bulunurdum:

«MADDE 1

7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 12’nci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir:

“Kişi temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı eylemlere verilecek cezalar kanunla düzenlenir.

Yukarıda belirtilen kanun düzenlemesi, bu kanunun yayımını izleyen 6 (altı) ay içerisinde tamamlanır.

Kişi temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayıcı eylemlere verilecek cezalar hiçbir şekilde af kapsamına alınamaz.”

MADDE 2

Bu Kanun, 1’inci maddede belirtilen kanun düzenlemesinin yürürlük kazanmasıyla yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.

MADDE 3

Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.»

*
Efendim?


İnal Karagözoğlu
Yarımca, 26 Kasım 2008


* http://www.tbmm.gov.tr/Anayasa.htm


© 2008 İK
___________

25 Kasım 2008 Salı

Geleceğimiz?



Bir Ferman, Bir Kanun


“Padişan Fermanı

Kuva-i Milliye (Ulusal Güçler) adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla Anayasa’ya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan Üçüncü Ordu Müfettişliği’nden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, eski Yirmi Yedinci Fırka (tümen) Kumandanı miralaylıktan (albay) emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, eski Yirminci Kolordu Kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile eski Vaşington Elçisi ve Ankara Milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve Sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanım’ın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Kanunu’nun 45’inci maddesinin1’inci fıkrası delaletiyle 55’inci maddesinin 4’üncü fıkrası ve 56’ncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlar ile her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, hâlen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.

Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) görevlidir.”

Osmanlı Padişahı Mehmet Vahidüddin, Divan-ı Harp’in (askeri mahkeme) 11 Mayıs 1920 tarihinde verdiği 20 sayılı karara dayanan bu fermanı (buyruğu) çıkarmıştı. Tarihi 20 Mayıs 1920, Divan-ı Harp dosya numarası 70, Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) Adliye-i Askeriye Dairesi evrak sayısı 705. Buyruğun altında, Sadrazam’ın (başbakan) da imzası var. Zamanın sadrazamı, Harbiye Nazırlı Vekilliği’ni de elinde tutan Damat Ferit Paşa.

Ama ne oluyor?

‘Kuva-i Milliye’ adıyla fitne ve fesat çıkardıkları savlananlar ile onlara güvenenler, dışa ve içe karşı, Cumhuriyet’le taçlanan büyük bir kurtuluş savaşı veriyorlar.

Ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, yetmiş dört yıl önce bugün, Kemal öz adlı cumhurreisimize verilen soyadı hakkında kanun adlı bir yasayla, Kuva-i Milliye ruhunu yaratan Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını veriyor:

“Kanun Numarası: 2587
Kabul Tarihi: 24.11.1934
Resmî Gazete Tarihi ve No: 27.11.1934 - 2865
Yayımlandığı Düstur: Tertip: 3, Cilt: 16, Sayfa: 4

Madde: 1- Kemal öz adlı cumhur reisimize ATATÜRK soyadı verilmiştir.
Madde: 2- Bu Kanun neşri tarihinde muteberdir.
Madde: 3- Bu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.”

*
Bugün?

Geleceğimiz, bu sorunun yanıtında yatıyor.


İLGİLİK

___________